CANLILAR DÜNYASI (SINIFLANDIRMA)
CANLILAR DÜNYASI ( PDF VE VİDEO SAYFA SONUNDA)
CANLILARIN ÇEŞİTLİLİĞİ VE SINIFLANDIRILMASI
*Doğadaki canlıların benzerlik ve farklılıklarına ayrıca akrabalık derecelerine göre gruplandırılmasına sınıflandırma (sistematik) denir.
*Canlıları sınıflandırmak için gerekli olan bütün kural ve kriterleri belirleyen bilim dalına ise taksonomi adı verilir. *Taksonomi terimi, Yunanca taksis (düzenleme-sıralama) ve nomos (yasa) sözcüklerinin birleşiminden türetilmiştir.
Sınıflandırmanın amacı;
*Canlıları, belirlenmiş bilimsel kurallar dâhilinde gruplandırarak doğayı daha kolay anlaşılır hâle getirmek,
*Canlı türlerini birbirinden ayırt edebilecek düzenli bir sistem oluşturmak,
*Benzer özelliklere sahip canlıların farklı şekillerde isimlendirilmesi ve gruplandırılması sonucu meydana gelebilecek karışıklıkları engelleyerek bilim insanları arasında iletişim ve dil birliği sağlamak,
*Canlıların sınıflandırılması sonucu elde edilen bilgileri, o gruba dâhil bireylerin tamamı için geçerli sayarak zaman kaybını en aza indirmek,
*Bir canlı çeşidi üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen bilgilerin diğer bilim adamları tarafından öğrenilmesini sağlamak ve aynı konuda tekrar tekrar çalışılmasını önlemek,
*Dünya üzerinde yaşamış ve nesilleri tükenmiş eski türler ile yeni türleri karşılaştırmak, akrabalık derecelerini belirlemek, yeni bulunan türlerin tanımlanmasını ve adlandırılmasını kolaylaştırmak,
*Biyolojik çeşitliliği ve bunun dünya üzerindeki dağılımının nasıl olduğunu anlamak,
*Ekolojik ve ekonomik kaynakları tespit etmektir.
Canlıların Sınıflandırılmasında Kullanılan Farklı Bilimsel Yaklaşımlar
*Bilimsel anlamda canlıları sınıflandıran ilk kişi Aristo’dur. Aristo, yaptığı sınıflandırmada canlıları bitkiler ve hayvanlar olarak iki ana grup altında toplamış, daha sonra bunları alt gruplara ayırarak bitkileri; yapı ve büyüklüklerine göre otlar, çalılar ve ağaçlar olarak hayvanları; suda ve karada yaşayanlar ile uçanlar şeklinde sınıflandırmıştır.
*Aristo, canlıları; renk, desen gibi dış görünüşlerini (morfolojik özelliklerini), doku ve organlarının görev benzerliğini (analojik benzerlik) ayrıca yaşam ortamlarını dikkate alarak sınıflandırmıştır.
*Sistematik bilimi ile uğraşan bilim insanları, Aristo’nun doku ve organların görevlerini (analojilerini) dikkate alarak yaptığı bu sınıflandırma yöntemini yapay (suni=ampirik) sınıflandırma olarak adlandırmaktadır.
*Yapay sınıflandırmada analog organlar dikkate alınır. Embriyolojik ve filogenetik kökenleri farklı, görevleri aynı olan organlara analog organ denir.
*O günün şartları dikkate alındığında Aristo’nun canlıları; kol, bacak, kanat, kök, gövde, yaprak gibi gözle görülebilir yapılarına ve bu yapıların görevlerine göre sınıflandırması gayet doğaldır.
*Yapay sınıflandırmada, suda yaşadığı için sünger, denizyıldızı, balık, yunus gibi canlılar ile uçabilme yeteneğine sahip olduğu için sinek, kuş, yarasa gibi canlılar, aralarındaki benzerlik ve akrabalık derecesi çok az olmasına rağmen, aynı grupta incelenmekteydi.
*Canlıları sınıflandırma sistemi son üç yüzyılda gelişme göstermiştir.
*İngiliz bilim insanı John Ray (Con Rey) tür kavramını geliştirmiştir.
*Canlılar arasındaki benzerliklerde akrabalığın etkilerini ilk fark eden doğa bilimci Buffon (Bafın) olmuştur.
*Bu gelişmeler büyük bir kavramsal değişikliğe sebep olmuştur.
*Canlılığın evrensel kurallar içinde sınıflandırılması ise İsveçli doğa bilimci Carolus Linnaeus’un (Karolus Lineus) çalışmaları ile başlamıştır.
*Linnaeus, Systema Naturae [Sistema Natura (Doğanın Sistemi)] adlı eserinde 8.500 bitki ve 5.236 hayvan türünü tanımlamıştır.
*Günümüzde geçerli olan doğal (filogenetik) sınıflandırmayı yapmıştır.
*Doğal sınıflandırma, canlıların homolog (kökendeş) organları göz önünde bulundurularak yapılır. Bu organların görevleri farklı olsa da embriyonik kökenleri aynıdır. Örneğin balinanın yüzgeci, kedinin ön üyesi ve insanın kolu homolog organdır.
*Doğal sınıflandırma yapılırken ayrıca canlıların protein ve DNA benzerlikleri, hücre tipi ve sayısı, fizyolojik benzerlikleri, azotlu boşaltım ürünlerindeki benzerlik, vücut parçaları ve bunların simetri durumları, vücut üyeleri (anten, yüzgeç, kanat vb.), embriyonik gelişmeleri, iç ve dış iskeletleri, eşey durumları ve larvalarındaki benzerlikler esas alınır.
SINIFLANDIRMADA KULLANILAN KATEGORİLER VE BU KATEGORİLER ARASINDAKİ HİYERARŞİ
(SINIFLANDIRMA BASAMAKLARI)
*Belirli bir düzene göre sıralanmış, belirli özellikler taşıyan ve buna göre adlandırılan sınıflandırma birimlerine kategori adı verilir.
*Filogenetik sınıflandırmada canlılar, tür ile başlayan ve âlem ile sonlanan 7 farklı kategoride gruplandırılır.
*Kategoriler, canlının sınıflandırmasında dâhil edildiği basamaklardaki seviye veya derecesini ifade eder.
*Belirli bir kategoriye dâhil olan ortak özelliklere sahip bireylerin oluşturduğu topluluğa takson denir. Taksonlar, sahip olduğu özelliklere göre belirli kategorilere yerleştirilir. Belirli bir kategoriye giren bir takson, yine daha geniş ve üst seviyedeki taksonları oluşturmak üzere başka topluluklarla bir araya getirilebilir.
Tür Kavramı
*Tür kavramını ilk ortaya atan bilim insanı John Ray’dır.
*Ortak bir atadan gelen, yapı ve işlev bakımından benzer özellikler taşıyan ve doğal koşullarda çiftleştiklerinde kısır olmayan yavrular (verimli döller) verebilen bireyler topluluğuna tür denir.
*Aynı türdeki tüm bireylerin kromozom sayıları aynıdır(istisnaları var). Ancak farklı türlere ait canlıların kromozom sayıları da aynı olabilir.
*Lepistes, Tayvan munçağı, Sable antilobu, Kurtbağrı bitkisi,
İnsan kromozom sayıları 46 olmasına rağmen farklı türlere ait canlılardır.
*Kromozom sayılarının aynı olması bu canlıların aynı tür ya da yakın akraba olduğunu göstermez çünkü önemli olan kromozom sayısı değil, kromozomlar üzerindeki genlerin benzerliği ve niteliğidir.
*Bir türdeki bütün bireylerin cinsleri ile sınıflandırma basamaklarında bulundukları diğer yüksek kategorileri aynıdır.
İKİLİ ADLANDIRMA SİSTEMİ
*Linnaeus tarafından önerilen ikili (binomial) adlandırma sistemi günümüzde türlerin adlandırmasında kullanılan sistemlerin temelini oluşturur. Zamanla ortaya çıkan farklılıkları gidermek ve bilimsel birliktelik sağlamak için 19. yüzyılın ortalarından itibaren çeşitli kurumlar tarafından uluslararası kurallar oluşturulmuştur.
*Linneaus, her bir tür için biri cins ismi, diğeri o türü niteleyen isim olmak üzere Latince iki kelimeden oluşan ikili adlandırma sistemini kullanmıştır.
*Türün adlandırılmasında kullanılan ilk sözcük cins ismidir, ikinci kelimeye ise tanımlayıcı ad denir. Cins ismi tanımlayıcı adla birlikte tür adını oluşturur.
Homo sapiens (İnsan)
Felis catus (Evcil kedi)
*Tanımlayıcı ad bir türün özelliğini belirten sıfat olup o türü tanımlamak için tek başına yeterli değildir çünkü birbirinden farklı türlerin tanımlayıcı adı aynı olabilir.
Passer domesticus (Paser domestikus) (Bayağı serçe)
Acheta domesticus (Akheta domestikus) (Cırcır böceği)
CANLI ÂLEMLERİ VE ÖZELLİKLERİ
CANLI ÂLEMLERİ
Günümüzde canlılar, sistematik karakterlerine göre altı âlem altında sınıflandırılır:
*Bakteriler
*Arkeler
*Protistler
*Bitkiler
*Mantarlar
*Hayvanlar
Bakteriler
*Bakteriler, prokaryot hücre yapısına sahip tek hücreli mikroskobik organizmalardır.
*Zarla çevrili çekirdekleri ve ribozom dışında organelleri yoktur.
*Dünyada birey sayısı en fazla olan canlı grubudur.
*Bakteriler; hücre şekline, solunum ve beslenme tipine, kimyasal boyalarla boyanmasına, hastalık yapma durumuna ve diğer özelliklerine göre sınıflandırılabilir. (Ancak bu sınıflandırma kısmına girilmez kazanım dışıdır)
*Bakterilerde genellikle hücre zarının dış kısmında protein ile polisakkarit içeren hücre duvarı bulunur.
*Bakterilerin sitoplazmalarında dağınık hâlde bulunan ve birkaç bin gen taşıyan halkasal DNA vardır.
*Bakteriler hücre içi zar sistemi oluşturamadığından çekirdek zarı ve zarlı hücre organelleri yoktur.
*Hücresel DNA dışında bazı bakterilerin sitoplazmasında küçük ve halkasal yapıda plazmit adı verilen DNA parçaları bulunur. Plazmitler, antibiyotiklere veya kimyasal maddelere karşı direnç kazandıran genler taşır. *Bakteriler, pasif veya aktif şekilde hareket edebilir.
*Bazı bakteri türlerinde hücre duvarının üzerinde kapsül adı verilen koruyucu bir tabaka daha bulunur. Kapsül, bakteriyi kötü ortam şartlarından korur.
*Bakterilerde hücrelerin birbirine tutunmasını, haberleşmesini ve gen aktarımını sağlayan ve hücre zarının dışarıya doğru uzamasıyla oluşan pilus adı verilen uzantılar bulunur.
*Bazı bakterilerde ise aktif olarak yer değiştirmeyi sağlayan kamçı vardır
*Bakteriler, uyum yetenekleri yüksek olduğu için hemen hemen her ortamda yaşayabilmektedir.
*Bakterilerin bazı türleri faydalı, bazı türleri ise zararlıdır.
*Bakteriler beslenme bakımından ototrof veya heterotrof olabilir. Bazı bakteriler parazit yaşar. Ototrof bakteriler, fotosentez veya kemosentez yoluyla besin üretir.
*Tüm bakterilerde depo polisakkarit glikojendir.
*Bakterilerin ayrıştırıcı olanları organik maddelerin inorganik maddelere dönüşümünü sağladığından doğadaki madde döngüsünde çok önemlidir.
*Bakterilerin oksijenli solunum, oksijensiz solunum ve fermantasyon yapabilen türleri vardır. Fermantasyon yapabilen bakteriler, son ürün olarak etil alkol, laktik asit gibi ürünler oluşturur. Oksijenli solunum ve fotosentez yapan bakterilerde ETS elemanları ve gerekli enzimler hücre zarında bulunur.
*Bazı bakteriler olumsuz ortam şartlarında endospor oluşturur. Endosporlar, çevresel değişimlere oldukça dayanıklı olup uzun süre bu şekilde canlı kalabilir. Ortam şartları uygun hâle geldiğinde endospor durumundan çıkar.
*Bakteriler, mikroskop altında genellikle küre, çomak, virgül ya da spiral şeklinde görülür.
*Bakterilerde, basit ikiye bölünme yöntemiyle eşeysiz üreme gerçekleşir.
*İçerisinde besin elementleri bulunan kültür ortamında bakteriler yaklaşık her 20 dakikada bir bölünebilir.
*Ayrıca bakterilerde genellikle plazmitler aracılığıyla gen transferi (konjugasyon) adı verilen özel bir yöntemle genetik çeşitlilik sağlanır. Bakteri konjugasyonu sırasında birey sayısında artış meydana gelmediğinden bu olay bir çoğalma şekli kabul edilmez.
CİCİ BİLGİLER ( Günlük Hayata Dair Bilgiler )
*Fotosentez yapan bazı bakteriler, atmosfere yüksek oranda oksijen salarken bazıları atmosferde bulunan serbest azot gazının ve karbondioksidin organik bileşiklerin yapısına katılmasını sağlar.
*Bazı bakteriler organik atıkların inorganik bileşenlerine ayrıştırılarak madde döngüsüne girmesinde ayrıca toprağın zenginleşmesinde ve kirleticilerden arınmasında etkilidir.
*Bakterilerin organik, hatta inorganik bileşikleri parçalayabilen güçlü enzimleri vardır. Doğa dostu olan bu bakteriler; doğal ve sentetik atıkların yok edilmesi, işlenmesi ve değerlendirilmesinde ayrıca tarımsal zararlılara karşı biyolojik mücadelede kullanılmaktadır.
*Bakteriler, insan sağlığı açısından oldukça önemlidir. Bakteriler, hızlı çoğalmaları ve biyoteknolojik açıdan gen nakline uygun olmaları sebebiyle insülin gibi bazı hormonların, büyüme faktörlerinin, antibiyotiklerin, aşı ve serumların, kanser tedavisinde ve kozmetikte kullanılan bazı ilaçların ucuza, daha çok miktarda ve saf olarak üretilmesinde kullanılır
*Bazı otobur canlıların sindirim sisteminde yaşayan yararlı bakteriler, selülozun sindirimine yardımcı olurken insanların kalın bağırsaklarında yaşayan bakteriler, B ve K vitaminlerini üretir.
*Bakteriler, mayalanma yapabilme yetenekleri sebebiyle gıda sanayisinde kullanılır. Sütün yoğurt veya peynire, glikozun etil alkol veya sirkeye dönüşmesinde ve turşu üretiminde bakterilerden yararlanılır.
*Bilinen en güçlü nörotoksin, bir bakteri tarafından üretilen botulinum toksinidir. Bu madde sinir ile kas arasındaki iletişimi durdurmaktadır. Çok güçlü bir zehir olmasına rağmen botulinum toksini; yüzdeki kırışıklıkların önlenmesinde, şaşılık, migren ve aşırı terlemenin tedavisinde kullanılmaktadır (botoks tekniği)
*Bazı bakteriler tüberküloz, tetanos, ülser, menenjit gibi hastalıklara neden olur. Bu bakteriler, ürettikleri toksin ile organizmaya zarar verir. Bu özellikleri sebebiyle bazı bakteriler, genetiği değiştirilerek biyolojik silah yapımında kullanılmaktadır. Ancak dünyada dostluk ve barışın bozulmaması için biyolojik silahlar kullanılmamalıdır.
Arkeler
*1970’lerde mikrobiyologların gen dizilimlerini ve küçük ribozomal RNA parçalarını kullanarak prokaryotları karşılaştırmaları canlıların sınıflandırmasında bilimsel bilginin sınanmasını, düzeltilmesini ve yenilenmesini sağlamıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda arkeler; metabolik, hücresel ve genetik özellikleri dikkate alınarak bakterilerden ayrılmış ve ayrı bir âlem altında incelenmeye başlanmıştır.
*Arkeler, bazı özellikleri bakımından ökaryotlara benzeyen tek hücreli ve prokaryot hücre yapısına sahip mikroskobik organizmalardır.
*Arkeler; çok sıcak ve çok soğuk, yüksek ve düşük pH ile yüksek tuz gibi ekstrem ortamlarda yaşayabilen, diğer canlıların dayanamayacağı zorlu çevre şartlarına uyum sağlamış organizmalardır. Genelde yaşadıkları ortamların özelliklerine göre gruplandırılıp adlandırılır.
*Arkeler, bakteriler gibi halkasal şekilli bir DNA taşır. Ancak DNA’ları bakterilerden farklı olarak ökaryot hücre DNA’larında olduğu gibi histon denilen özel proteinlere sarılmıştır.
*Bazı arkelerde bakterilerde olduğu gibi plazmit DNA’ları bulunabilir. Bunlar, gen transferi (konjugasyon) yöntemiyle bir arkeden diğerine aktarılabilir.
*Arkelerin ribozomları daha çok ökaryot hücre ribozomlarına benzediğinden bakterilerden farklı olarak antibiyotiklerden etkilenmez.
*Arkelerin fotosentez(!) ve kemosentez yapabilen ayrıca ayrıştırıcı olarak yaşayabilen türleri vardır.
*Günümüzde tanımlaması yapılan arkelerin hastalık yapıcı ve endospor oluşturan formu yoktur.
Protistler
*Protistler, ökaryot hücre yapısına sahip olan âlemler içerisinde en ilkel, tek ve çok hücreli organizmaları barındıran gruptur.
*Protistler, yaşamsal faaliyetlerinin büyük bir kısmını sitoplazmalarındaki organellerde gerçekleştirir.
*Çoğunlukla sucul ortamlarda, nemli topraklarda, diğer hayvansal organizmaların vücutlarında yaşar.
*Amip, öglena, paramesyum, Trypanosoma (Tripanosoma), plazmodyum, algler ve cıvık mantarlar protist örnekleridir.
*Protistler; ototrof, heterotrof ve hem ototrof hem heterotrof olarak beslenebilen çok sayıda tür içerir.
*Avlanarak beslenen türlerin yanı sıra ayrıştırıcı, parazit ve üretici türleri de vardır.
*Üretici olanlar, taşıdıkları kloroplast sayesinde atmosferde ve denizlerde bulunan oksijenin büyük bir kısmını üretir. *Protistler sahip oldukları sil, kamçı, yalancı ayak gibi uzantılarla aktif olarak yer değiştirebilir.
*Tatlı sularda yaşayan türlerinde bulunan kontraktil kofullar, hücre içine giren suyun fazlasını dışarı atarak homeostaziyi sağlar.
*Bazılarında birden fazla çekirdek bulunabilir.
*Eşeyli ve eşeysiz ayrıca hem eşeyli hem eşeysiz çoğalabilen türleri vardır.
*Besinlerini dış ortamdan endositoz ile alabilen türlerinde hücre içi sindirim görülür.
*Alglerin bazı çok hücreli formlarında iş bölümüne dayalı koloni oluşturma yeteneği vardır.
CİCİ BİLGİLER
*Denizlerde ve tatlı sularda yaşayan bazı protistlerin hücre duvarlarında silisyum bulunur. Protistler, öldükten sonra zemine çökerek organik tortul kayaçları oluşturur. Bu tortul, diş macunlarına parlatıcı olarak katılmakta ve binalarda yalıtım malzemesi olarak kullanılmaktadır.
*Algler protein, vitamin ve mineral içeriği yönünden zengin olmaları nedeniyle besin olarak tüketilmekte; endüstriyel, evsel ve canlı atıkların temizlenmesinde, antibiyotik üretiminde, kozmetik ve tıbbi ürünlerin yapımında, plastik ve boya üretiminde, gıda ve tekstil endüstrisinde kullanılmaktadır.
*Algler, fotosentez yapabildiğinden deniz ve okyanuslarda yaşayan diğer canlıların besin ve oksijen kaynağıdır.
*Ayrıştırıcı protistler organik atıkları inorganik bileşenlerine ayrıştırdığı için madde döngüsünde etkilidir.
*Sporla çoğalabilen bazı protistler, birçok omurgalı ve omurgasız hayvanda parazit olarak yaşar ve çeşitli hastalıklara neden olur. Örneğin çeçe sineği tarafından bulaştırılan uyku hastalığının, tatarcık sineği ile bulaştırılan şark çıbanının ve anofel cinsi sivrisineğin dişisi tarafından bulaştırılan sıtma hastalığının sebebi sporla çoğalan parazit protistlerdir.
Bitkiler
*Bitkiler, fotosentetik ototrof (fotoototrof) beslenen, gelişmiş organizasyona sahip, ökaryot çok hücreli, üretici canlılardır.
*Bitkiler, taşıdığı kloroplastları sayesinde güneş enerjisini biyokimyasal enerjiye çevirir. Yaprak hücrelerindeki kloroplastlarda bulunan klorofil molekülü sayesinde güneş ışığını soğurup elde ettiği enerji ile su, karbondioksit gibi inorganik maddelerden organik madde sentezi yapar ve atmosfere oksijen gazı verir.
*Bitkiler, fotosentez yoluyla ürettiği glikozu; kök, gövde, yumru, tohum, meyve gibi yapılarında nişasta olarak depolar.
*Bitkilerin fotosentez yoluyla ürettiği ve depoladığı organik maddeler, besin zinciri yoluyla diğer canlılara aktarılır.
*Hücre zarlarının dış kısmında selülozdan yapılmış hücre duvarı vardır. Selüloz çeper sayesinde hücreler turgor durumunda kalabilir. Turgor durumu, bitkiye diklik verir ve destek sağlar.
*Bazı bitki türleri yarı veya tam parazit olup diğer bitkilerin üzerinde yaşar. Bazı tam parazit olan bitki türleri klorofil taşımadığı için fotosentez yapamaz.
*Bitkilerde yapraklar mumsu bir madde olan kütin ile kaplanmıştır.
*Çöl gibi kurak ortamlara uyum sağlayan bitkilerde ise yapraklar körelerek, dikenlere dönüşmüş; gövde, oransal olarak yüzeyi azaltmak ve ısınmayı engelleyerek su kaybını önlemek amacıyla silindir veya küre şeklini almış ve su depolayabilen özel dokular geliştirmiştir.
*Bitkilerde genelde yaprakların alt yüzeyinde O2-CO2 değişimini ve terlemeyi sağlayan açılıp kapanabilen gözenek (stoma) denilen açıklıklar bulunur.
*Bitkilerin toprak üstü kısımlarına sürgün, toprak altı kısımlarına kök denir. Bitkilerin kökleri, topraktan suyun ve suda çözünmüş hâlde bulunan mineral tuzların alınmasını sağlar. Fotosentez sonucu üretilen maddeleri depolar ve bitkiyi toprağa bağlar. Bitkilerde, kök, gövde, dal, yaprak, çiçek, meyve, tohum gibi yapılar bulunur.
*Bitkiler kök, gövde ve yaprakları ile eşeysiz; çiçek, meyve, tohum gibi yapılarıyla eşeyli olarak çoğalır. Bitkilerde eşeyli üreme spor veya tohumla gerçekleşir. Bazı bitkilerde tohum oluştuktan sonra meyve gelişir.
*Çok yıllık bitkilerde büyüme ve gelişme bitkinin tüm yaşamı boyunca devam eder. Bitkiler toprağa bağlı halde yaşadığından yer değiştirme hareketi yapamaz. Ancak bitkilerde yönelim ve ırganım hareketleri görülür.
*Karayosunu, ciğer otu, atkuyruğu, eğrelti otu, karaçam, akkavak, göknar, buğday, lale, elma ağacı, gül ve maydanoz bitki örnekleridir
CİCİ BİLGİLER
*Canlıların büyük bir çoğunluğu, özellikle otobur olanları ihtiyaç duyduğu besinleri sadece bitkisel gıdalardan karşılar. *Bitkiler, atmosfere büyük miktarda oksijen salar; aynı zamanda yanma ve solunum olayları sonucunda meydana gelen karbondioksiti soğurarak atmosfer ve sulardaki O2-CO2 dengesini korur.
*Bitkiler; mevsimlerin düzenlenmesinde, erozyonun önlenmesinde, toprağın zenginleştirilmesinde önemlidir.
*Ayrıca canlılara yaşam ortamı sunar, su döngüsüne katkı sağlar, çevre kirliliğini önler, dünyayı ultraviyole ışınlardan koruyan ozon tabakasının oluşmasına yardımcı olur ve küresel ısınmayı engeller.
Mantarlar
*Mantarlar doğada oldukça bol bulunur.Toprakta ve havada çok sayıda mantar sporu vardır. Salça, ekmek, limon, peynir gibi gıdalar açıkta bırakıldığında üzerinde oluşan küfler bunun en belirgin örneğidir.
*Mantarlar, çoğunlukla çok hücreli ve ayrıştırıcı beslenen; bir kısmı da parazit olarak yaşayan organizmalardır.
*Ayrıştırıcı mantarlar, hücre dışına salgıladığı enzimler yoluyla organik atıkları inorganik maddelere dönüştürür. *Mantarlar, doğadaki madde döngülerinde rol oynadığından ekosistemlerin devamlılığı açısından önemlidir.
*Mantar hücreleri, bir veya birden fazla çekirdeğe, kitinden yapılmış hücre duvarına sahiptir.
*Genellikle nemli yerlerde yaşar.
*Kök, gövde, yaprak gibi özelleşmiş yapılar bulundurmaz.
*Glikozu glikojen olarak depolar.
*Maya mantarı hariç bazı mantar türlerinde hif adı verilen pamuksu yapıya sahip uzantılar bulunur. Hiflerin birleşmesiyle oluşan yapıya miselyum denir. Miselyumlar mantarın bulunduğu ortama tutunmasında, yayılmasında ve beslenmesinde etkilidir.
*Bazı mantar türleri, bitki ve alglerle birlikte karşılıklı faydaya dayalı ortak yaşam şekilleri oluşturur. Bitkilerin köklerine yerleşen bazı mantar türleri bitkinin topraktan su, fosfor, azot gibi maddeleri almalarını kolaylaştırır; bitki ise mantara organik besin sağlar. Ürettiği etken maddeler bitkiyi parazitlere karşı korur. Mantarlar alglerle birlikte liken adı verilen yaşam birliğini oluşturur.
*Bazı mantarların ürettiği metabolik son ürünlerin zehirleyici etkisi vardır. Bazı mantarlardan elde edilen etken maddeler, bakteriyel hastalıkların tedavisinde ve tarımsal mücadelede ilaç ve hatta biyolojik silah yapımında kullanılmaktadır.
*Mantarlarda genellikle eşeyli ve eşeysiz üremenin birbirini takip ettiği özel bir üreme şekli görülür. Üreme sırasında meydana getirilen sporlar; rüzgâr, su ve böceklerin etkisiyle çevreye dağılır. Sporlar çevre şartlarına oldukça dayanıklı olup yıllarca canlılığını koruyabilir.
*Bazı mantar türlerinde ise ikiye bölünme veya tomurcuklanma ile eşeysiz üreme görülür.
CİCİ BİLGİLER
*Parazit mantarlar insanlarda deride kaşıntı, saçkıran, ağız ve boğazda pamukçuk, akciğerlerde aspergilloz denilen hastalıklara neden olur.
*Uzun süreli antibiyotik kullanımı, bağışıklık sistemini baskılayan bazı ilaçlar ve ateşli hastalıklar Candida (Kandida) cinsi mantarların ağız ve bağırsakta çoğalmasına fırsat verir.
*Mantarlar, organik atıkları inorganik maddelere dönüştüren ayrıştırıcı organizmalardır. Bu nedenle yeryüzünde madde döngüsünde çok önemlidir; özellikle orman ekosistemlerinde toprağı humus bakımından zenginleştirir.
*Maya mantarları fermantasyon yapabilme özelliğinden dolayı gıda, deterjan ve ilaç sanayinde; peynir, alkol, antibiyotik ve ekmek yapımında kullanılır.
*Bazı küf mantarlarından elde edilen antibiyotikler, bakterilerin yaşamsal faaliyetlerini engellediğinden bakteriyel hastalıkların tedavisinde kullanılır.
*Protein, B vitamini ve mineral bakımından zengin olduğundan zehirsiz bazı şapkalı mantar türleri insanlar tarafından besin olarak tüketilmektedir.
HAYVANLAR
*Hayvanlar; ökaryot, çok hücreli, üyeleriyle aktif olarak yer değiştirebilen ve heterotrof beslenen canlılardır.
*Hücre zarlarının dış kısmında koruyucu bir hücre duvarı bulunmaz.
*Büyük bir kısmında yaşamsal fonksiyonları yerine getirmek üzere özelleşmiş doku ve organlar vardır.
*İhtiyaç duyduğu enerjiyi oksijenli solunum ile elde eder.
*Hayvanların çoğu eşeyli ürer. Bazı hayvanlarda eşeyli üremenin yanında eşeysiz üreme de görülür. Sperm ve yumurtanın birleşmesiyle oluşan zigot, mitoz bölünmelerle embriyoyu oluşturur. Oluşan bu embriyo gelişerek yeni bir canlı meydana getirir. Hayvanların büyüme ve gelişmeleri sınırlıdır.
*Hayvanlar âleminde canlıların sınıflandırılmasında dikkate alınan ilk kriter, omurganın varlığıdır. Hayvanlar âlemi, omurgasızlar ve omurgalılar şeklinde iki gruba ayrılır. Omurgalı hayvanlar, omurgasızlara göre daha gelişmiştir.
Omurgasız Hayvanlar
*Hayvanlar âleminin en geniş grubudur.
*Kıkırdak ve kemikten oluşan iç iskeletleri ve vücutlarının sırt kısmında omurga yoktur.
*Sinir şeritleri karın kısmındadır.
*Bazılarında dış, bazılarında iç iskelet bulunur.
*Bazıları suda, bazıları karada yaşar.
*Omurgasız hayvanlarda genellikle açık kan dolaşımı görülür. Açık kan dolaşımında kan, damarlar ve dokular arasındaki boşluklarda dolaşır. Kapalı kan dolaşımında ise kan tamamen damar içinde dolaşır.
*Büyük bir kısmı eşeyli, küçük bir kısmı ise tomurcuklanma veya rejenerasyonla eşeysiz olarak çoğalır.
*Omurgasız hayvanlar altı gruba ayrılarak incelenir:
- a) Süngerler
*Süngerler, çoğunlukla denizlerde zemine bağlı olarak yaşayan en basit organizasyona sahip gelişmiş sistemleri bulunmayan hayvanlardır.
*Vücutları; torba, kadeh veya vazo şeklindedir.
*Süngerlerin vücudu çok sayıda açıklığa sahiptir. Bu açıklıklardan giren su ile süngerlerin vücut hücreleri arasında gaz alışverişi, besin alımı ve atıkların uzaklaştırılması sağlanır. *Süngerler, yakaladığı mikroskobik organizmaları ve organik parçacıkları hücre içi sindirim yoluyla parçalar.
*Süngerler, eşeyli ve eşeysiz yolla üreyebilir. Çoğu sünger çift eşeylidir (hermafrodit). Hem yumurta hem sperm üretir. *Kendini yenileme yetenekleri yüksektir. Çok küçük parçalara kesilseler de her bir parçadan yeni bir canlı meydana gelebilir.
*Geçmişte bazı süngerler ev ve vücut temizliğinde yaygın olarak kullanılmıştır
- b) Sölenterler
*Sölenterler, süngerlerden daha gelişmiş organizasyona sahip sucul hayvanlardır.
*Hidra, denizanası, denizşakayığı ve mercanlar sölenterlere örnektir.
*Sölenterlerde, sabit ve serbest yüzücü olmak üzere iki genel vücut formu vardır. Mercanlar, hidralar ve denizşakayığı sabit, denizanaları ise yüzücü sölenter örnekleridir.
*Doku düzeyinde bir organizasyon gösteren sölenterlerde kas ve sinir dokuları ile üreme organları bulunur.
*Ancak solunum ve boşaltım sistemleri yoktur.
*Sölenterlerin hücrelerinin çoğu çevresindeki suyla doğrudan temas hâlinde olduğundan her türlü madde alışverişi vücut yüzeyi aracılığıyla yapılır.
*Bazı sölenter türleri, diğer canlılarla birlikte karşılıklı faydaya dayalı ortak yaşam şekilleri oluşturabilir. Deniz anemonu ile palyaço balığı arasında bu şekilde bir birliktelik vardır.
*Hayvanlar âleminde sinir hücrelerine ilk kez sölenterlerde rastlanır.
*Sölenterlerin bazıları avcılardan korunmak, avlanmak, kendi türüyle veya diğer türlerle ilişki kurmak için çoğunlukla su tarafından daha az soğurulan mavi renkli bir ışık çıkarır. Buna biyolüminesans denir. Bazı türleri ışık saçar
*Sölenterlerde eşeyli ve eşeysiz çoğalmanın birbirini takip ettiği özel bir üreme şekli görülür. Bazıları ise tomurcuklanma ile ürer.
- c) Solucanlar
*Solucanların vücutları genelde yuvarlak veya yassı şekillidir. Bazılarında vücut bölmelere ayrılmıştır.
*Doku ve organ farklılaşması görülen ilk omurgasız canlı grubudur.
*Derileri nemli olup yüzeyderi solunumu yapar.
*Boşaltım atıkları amonyaktır.
*Toprak veya suda serbest yaşayan türlerinin yanında parazit yaşayanları da vardır.
*Tenya, bağırsak solucanı, kıl kurdu gibi türleri omurgalı hayvanların sindirim sisteminde parazit yaşar.
*Eşeyli olarak üremelerine rağmen bazı türleri eşeysiz olarak rejenerasyonla çoğalabilir. Çift eşeyli olanlarında (hermafrodit) hem yumurta hem sperm üretilir. Ancak solucanlarda genellikle kendi kendini dölleme görülmez.
*Planarya, tenya, bağırsak solucanı, toprak solucanı ve sülük bu gruba örnek olarak verilebilir.
ç) Yumuşakçalar
*Yumuşakçalar, eklem bacaklılardan sonraki ikinci en büyük omurgasız hayvan grubudur.
*Bu grup içerisinde büyüklük ve şekil bakımından çok değişik canlı örnekleri bulunur. Vücut büyüklüğü 1 milimetre olan küçük bir salyangozdan, boyu 16 metreye ve vücut ağırlığı 2 tona ulaşabilen dev mürekkep balığına kadar değişen türleri vardır. Yumuşakçalar tuzlu ve tatlı su ile karada yaşar.
*Yumuşakçalar eşeyli olarak çoğalır.
*Suda yaşayanlar solungaçlarla karada yaşayanlar ise kabuk altındaki genişlemiş yüzey ile solunum yapar.
*Çoğu yumuşakçada açık dolaşım görülür. Ahtapot ve kalamarda ise dolaşım kapalıdır.
*Yumuşakçalar eşeyli olarak çoğalır. Birçok salyangoz hermafrodittir.
*Bazı türlerinde, pürüzsüz ve parlak sedef tabakası bulunur.
*Midyeler, silleri yardımıyla solungaçları üzerindeki mukusa yapışan mikroorganizmaları yiyerek beslenir.
*Ahtapot, mürekkep balığı, salyangoz, istiridye bu gruba örnek verilebilir. Yumuşakçaların pek çok çeşidi insanlar tarafından besin maddesi olarak tüketilir. İstiridyelerden elde edilen inci ile sedef, takı ve süs eşyası yapımında kullanılmaktadır.
- d) Eklem Bacaklılar
*Eklem bacaklılar, karasal hayata başarılı şekilde uyum sağlamış, dünya üzerinde geniş alanlara yayılmış omurgasız canlılardır.
*Eklem bacaklılarda bulunan dayanıklı ve hafif dış iskelet, uçmayı kolaylaştırır ve hemen altındaki iç organları korur. Dış iskelet, esnek olmadığından büyümeyi sınırlar. Bu nedenle eklem bacaklılarda embriyonel dönemde başkalaşım (metamorfoz) ve ergin dönemde deri değiştirme olayı görülür.
*Eklem bacaklıların hareket organları; yürüme, yüzme, sıçrama, zıplama, uçma, yakalama, kazma, delme gibi değişik işlevleri yerine getirir. Kanat, hayvanlar âlemi içerisinde ilk defa böceklerde görülür.
*Eklem bacaklılarda beslenme tiplerine göre ağız yapıları; kesme, delme, çiğneme, yalama veya emme görevlerini yerine getirecek şekilde özelleşmiştir.
*Solunum çoğunda trakelerle, örümceklerde kitapsı akciğerlerle, suda yaşayanlarda ise solungaçlarla olur.
*Böceklerin dolaşım sıvısında solunum gazlarının taşınmasını sağlayan pigment bulunmaz.
*Eklem bacaklılar açık dolaşım sistemine sahiptir.
*Boşaltım atıkları ürik asittir. Eklem bacaklılar ayrı eşeyli canlılardır. Bazı türleri hermafrodittir. Döllenme, dişi bireyin vücudu içerisinde gerçekleşir.
*Eklem bacaklı örneklerinden olan karıncalar, arılar gibi böcekler koloniler oluşturarak yaşar.
*Eklem bacaklılara yengeç, karides, ıstakoz, akrep, kene, örümcek, çekirge, kelebek, sinek, dev arı, kırkayak, çıyan gibi canlılar örnek olarak verilebilir.
- e) Derisi Dikenliler
*Derisi dikenliler, tamamı denizlerde ve okyanuslarda yaşayan en gelişmiş anatomiye ve fizyolojiye sahip omurgasız canlılardır.
*Derisi dikenlilerin hemen hemen hepsi destek ve koruma görevi gören, iskelete ait dikenlere sahiptir.
*Bu canlılara özgü su-damar sistemi ile bağlantılı tüp ayaklar; hareket, solunum, beslenme ve boşaltımda görevlidir. *Solunum, solungaç veya tüp ayaklar yoluyla yapılır.
*Denizyıldızı, denizhıyarı, denizkestanesi, denizlâlesi ve yılan yıldızları derisi dikenliler grubuna dâhil canlılardır.
*Derisi dikenliler eşeyli ve rejenerasyonla eşeysiz olarak çoğalabilir.
Omurgalı Hayvanlar
*Omurgalıların en ayırıcı özelliği, vücutlarının sırt kısmında birbirini takip eden omurlardan yapılmış bir omurgaya sahip olmalarıdır. Bu yapıdan dolayı bu gruba dahil olan canlılar, omurgalı (kordata) olarak adlandırılır.
*Omurgalılar, dünya üzerinde tüm ekosistemlerde bireysel veya koloniler hâlinde yaşar.
*Omurgalı hayvanlarda kıkırdak veya kemikten yapılmış bir iç iskelet ile vücudun sırt kısmında bir sinir kordonu bulunur. İlkel omurgalılarda iskelet kıkırdak hâlinde olup gelişmiş omurgalılara doğru gidildikçe kemikleşmeye başlar.
*Bütün omurgalılarda kapalı dolaşım sistemi görülür.
*Kalp yapısı, balıklardan memelilere doğru gidildikçe gelişir. Kalpleri en az iki, en çok dört odacık ihtiva eder.
*Suda yaşayanlar solungaç, karada yaşayanlar akciğer solunumu yapar.
*Alyuvar hücrelerinde solunum pigmenti olarak kana kırmızı renk veren hemoglobin bulunur.
*Birçok omurgalının gövdesine bağlı iki çift üyesi vardır. Üyeler; tutma, yüzme, yürüme ve uçmaya uyum sağlayacak şekilde farklılaşmıştır.
*Sindirim sistemleri, farklı birçok görevi yerine getiren özelleşmiş bölgeler içerir. Besinlerini katı parçalar hâlinde alıp çiğneyerek yutan omurgalıların otobur, etobur, hem otobur hem etobur olan türleri vardır.
*Boşaltım organları böbrek, boşaltım atıkları amonyak, üre veya ürik asittir. Boşaltım ve üreme organı açıklıkları, tek veya ayrı ayrı olarak bulunur.
*Omurgalıların tümü eşeyli yolla ürer. Balık ve iki yaşamlılarda dış döllenme; sürüngen, kuş ve memelilerde iç döllenme görülür. Bazılarında yavru bakımı vardır.
- a) Balıklar
*Balıklar, tatlı ve tuzlu sularda yaşar.
*Vücutları, suyu geçirimsiz pullarla kaplıdır.
*Köpek balığı, çekiç balığı, vatoz gibi türlerinde kıkırdaktan; hamsi, sazan, levrek gibi türlerinde kemikten yapılmış iç iskelet bulunur.
*Köpek balıkları gibi bazı balıklar hariç diğer tüm balıklarda dış döllenme ve dış gelişme görülür.
*Genelde yavru bakımı yoktur.
*Vücut ısıları, dış ortam sıcaklığına bağlı olarak değişen canlılardır.
*Balıklar kış uykusuna yatmaz.
*Solungaç solunumu yapar.
*Boşaltım atıkları amonyaktır.
*Kalpleri iki odacıklıdır. Kalplerinde sadece kirli kan bulunur. Kalpten pompalanan kan, solungaçlarda temizlendikten sonra kalbe geri dönmeden vücuda gönderilir.
*Çoğu balıkta suda batmadan kalmayı sağlayan hava kesesi bulunurken köpek balıklarında bulunmaz. Köpek balıkları batmamak için sürekli yüzmek zorundadır.
*Balıklar, içinde bulunduğu suyu geriye doğru iterek yol alır. Balıkların suda yol alırken ulaşabilecekleri anlık hızları türden türe değişir. Mako köpek balığı, pasifik yelken balığı, mavi kılçık balığı saatte yaklaşık 100 kilometre; orkinos ve kılıç balığı saatte yaklaşık 70 kilometre hıza ulaşabilir. Balıklardaki bu hızların tamamı anlık hızdır.
*Balıkların baş ve vücut şekli taklit edilerek üretilen otomobiller en düşük hava sürtünme katsayısına sahiptir. Örneğin sandık balığının aerodinamik yapısından esinlenerek üretilen otomobilde %20’ye yakın yakıt tasarrufu sağlanabilmektedir.
- b) İki Yaşamlılar
*İki yaşamlılar, tatlı sularda ve nemli karasal bölgelerde yaşamaya uyum sağladığından bu şekilde adlandırılır.
*Ayrı eşeyli canlılardır.
*Döllenme ve embriyonel gelişmeleri suda gerçekleşir. Embriyonel gelişimini tamamlamadan yumurtadan çıkan yavrulara larva adı verilir. Larvalar, başkalaşım geçirip ergin kurbağalara dönüşür.
*İki yaşamlıların birçoğunda yavru bakımı görülmez.
*İki yaşamlılarda larva döneminde solungaç, ergin döneminde ise akciğer ve deri solunumu görülür.
*Derileri daima nemli ve kaygandır.
*İki yaşamlılarda solungaç, akciğer ve deri solunumu görülür.
*Bazı iki yaşamlılar renk değiştirebilme özelliğine sahiptir. Bu özellikleri sayesinde ortamlara rahatlıkla uyum sağlayabilir ve düşmanların saldırılarından korunabilir.
*İki yaşamlılar kış uykusuna yatar.
*Boşaltım organları böbrekler olup boşaltım atığı embriyonel dönemde amonyak, ergin dönemde üredir.
*Bacaksız kurbağa, ağaç kurbağası, yılan balığı semenderi ve semender bu gruba örnek olarak verilebilir.
- c) Sürüngenler
*Omurgalılar içerisinde karasal hayata uyum sağlayan ilk gruptur.
*Karada ve suda yaşayan türleri vardır.
*Vücutları, keratinden yapılmış pullarla ve kemiksi plakalarla kaplıdır.
*Kertenkele ve yılanlarda pullu deri, büyümeyi engellediğinden zaman zaman yenilenir, buna deri (gömlek) değişimi denir.
*Akciğer solunumu yapar.
*Vücut ısıları çevre sıcaklığına bağlı olarak değişen ayrı eşeyli canlılardır. İç döllenme ve dış gelişme görülür. Üremek için suya ihtiyaç duymaz.
*Sürüngenlerde kuluçkaya yatma, yavru bakımı ve başkalaşım görülmez.
*Kertenkele, bukalemun, geko, timsah, yılan, su kaplumbağası sürüngenler grubuna dâhil canlılardır.
ç) Kuşlar
*Kuşlar, omurgalı hayvanlar arasında uçabilen türler bulunduran ilk gruptur.
*Vücutları keratinden yapılmış pul, tüy ve teleklerle kaplı canlılardır.
*Çene gagaya dönüşmüştür. Dişleri yoktur. Beslenme tipine göre gagaları; delmeye, parçalamaya ve yakalamaya uyum sağlayacak biçimde şekillenmiştir.
*Kuşlar akciğerlerle solunum yapar. Soluk alıp vermeye yardımcı olan ve uçmayı kolaylaştıran akciğerlere bağlı hava keseleri vardır.
*Kalpleri, dört odacıklı olup kirli ve temiz kan, tamamen birbirinden ayrılmıştır. *Kuşlar vücut ısıları sabit canlılardır.
*Kuşların uzun kemiklerinin içi hava odaları ile doludur. Bu özellik, iskeletin daha hafif olmasını sağlayarak uçmayı kolaylaştırır.
*Kuşların ön üyeleri, uçmayı sağlayan kanatlara dönüşmüştür. Bazı kuşlarda kanatlar körelmiştir.
*Arka üyeler ise yürüme, yüzme, tırmanma, koşma ve eşmeye uyum göstermiştir.
*Koku alma duyuları körelmişse de görme ve işitme yetenekleri yüksektir.
*Bazı kuşlarda yılın belirli zamanlarında sürüler hâlinde göç olayı görülür.
*Ayrı eşeyli canlılardır. Üreme döneminde kur yapma davranışları görülür. İç döllenme ve dış gelişme yapan kuşlar yumurta ile çoğalır. Kuş yumurtaları, diğer canlılar için önemli bir besin kaynağıdır.
*Yuva yapma, kuluçkaya yatma ve yavru bakımı görülür.
Kivi, penguen ve emu uçamayan kuşlara; şahin, sinek kuşu ve ağaçkakan ise uçabilen kuşlara örnek verilebilir.
- d) Memeliler
*Yunus, balina gibi suda yaşayanların dışındaki memeli canlıların genelinde vücut; ısı kaybını engelleyen, kıllardan oluşan, kalın bir örtüyle kaplıdır.
*Memeliler sıcak kanlıdır.
*Memelilerde solunum organı akciğerlerdir. Alveollü akciğerleri ve olgun alyuvarlarında çekirdek bulunmaması sayesinde kanın oksijen taşıma kapasitesi yüksektir. Göğüs ile karın boşluğunu birbirinden ayıran ve solunuma yardımcı olan kaslı bir diyaframları bulunur.
*Memeliler dört odacıklı kalbe sahiptir.
*Kirli ve temiz kan dolaşımı tamamen birbirinden ayrılmış olup sabit vücut ısılı canlılardır.
*Embriyolojik dönemde üyeler, yaşadığı ortama uygun olarak tutma, koşma, yakalama, uçma, yüzme gibi fonksiyonları yerine getirecek şekilde değişime uğramıştır.
*Derilerinde ter, yağ, süt bezleri gibi salgı bezleri bulunur.
*Boşaltım organları böbrekler, boşaltım atıkları ise üredir. Üreme ve boşaltım sistemleri birbirinden ayrılmıştır.
*Memelilerde çoğunlukla iç döllenme ve iç gelişme görülür. Birçoğunun ana rahminde, embriyonun beslenmesini sağlayan plasenta bulunur. Bazı türlerinde gelişimini tamamlamadan doğan yavru, gelişimini süt bezleri bulunan özel bir kesede tamamlar. Memeliler çoğunlukla yavrularını doğurur ve sütle besler. Uzun süren bir yavru bakımı görülür.
*Memeliler farklı ortam şartlarında yaşamaya uyum sağlamıştır.
VİRÜSLER
*Virüsler, biyolojik varlıklar olarak kabul edilseler de hiçbir canlı âlemi altında sınıflandırılamayan özel bir gruptur. *Virüsler; protein kılıf ile sarılmış, DNA veya RNA’ya sahip cansız ile canlılar arasındaki geçiş formudur.
*Elektron mikroskopları ile görülebilen çubuk, küre, elips veya spiral şekilli nükleoprotein taneciğidir.
*Kendilerine ait sitoplazmaları ve enzim sistemleri bulunmadığından metabolik aktivite gerçekleştiremez.
*Virüsler, sadece canlı bir hücrenin içerisinde canlılık özelliği gösterebilen zorunlu hücre içi parazitlerdir. Canlı dışındaki ortamlarda kristalleşir.
*Virüsler belirli bir canlıyı, o canlının belirli bir dokusunu ve o dokudaki belirli bir hücreyi enfekte edebilir. Örneğin hepatit virüsü karaciğer, kuduz ve çocuk felci virüsü sinir, suçiçeği ve uçuk virüsü deri ve HIV akyuvar hücrelerini enfekte eder.
*Virüsler konak hücrenin enzim ve enerji sistemleri ile ham madde kaynaklarını kullanarak kendilerini hızlı bir şekilde çoğaltır.
*Bakteriyofajlar da bakteri hücrelerinde çoğalır.
*Virüsler; pH, radyasyon, sıcaklık değişimlerinden ve kimyasal maddelerden çabuk etkilenir.
*Virüsler, enzim sistemlerine sahip olmadığı için antibiyotiklerden etkilenmez.
*Hava, su, doğrudan temas, vücut sıvıları ve diğer canlılar yoluyla bulaşıp hastalıklara yol açar.
*Viral hastalıklara karşı bağışıklığı sağlamak amacıyla aşı, koruyucu ve tedavi edici olarak da serumlar kullanılır.
*Virüsler, mutasyona kolay uğradığından hızlı bir şekilde form ve konak değiştirebilir.
*Virüsle enfekte olan insan hücreleri, virüse karşı savunma sağlayan interferon denilen bir protein salgılar.
*Virüsler kullanılarak çok sayıda deneysel çalışma yapılmıştır. Virüsler sayesinde DNA eşlenmesinin mekanizması ve birçok hastalığın oluşumu aydınlatılmıştır. Genetik mühendisleri virüsleri kullanarak bir organizmadan diğerine gen aktarımı yapabilmişlerdir. Bu sayede biyoteknoloji ve tıp alanında önemli gelişmeler kaydedilmektedir. Örneğin virüsler, kanser ve bazı kalıtsal hastalıkların gen terapisi ile tedavi edilmesinde yeni imkânlar sunmaktadır.
Virüsler ve Sağlığımız
- a) Grip
*Grip virüsleri, genetik materyali RNA olan üst solunum yollarına etki eden, hava yoluyla bulaşabilen virüslerdir.
*Grip, virüs enfeksiyonu olduğu için antibiyotik ile tedavi edilemez.
*Doktor kontrolü altında 3-5 gün istirahat edilmesi gerekir.
*Bol sıvı tüketilmesi, salgıların dışarı atılmasını sağladığından iyileşmeyi hızlandırır. Grip virüsleri çok hızlı değişime uğradığından aşı ile kazanılan bağışıklık yeni virüsler için etkisiz kalmaktadır.
- b) Uçuk (Herpes)
*Uçuk, Herpes simplex (Herpes simpleks) adı verilen virüsün neden olduğu bulaşıcı bir cilt hastalığıdır.
*Uçuk hastalığında ağız kenarlarında, dudaklarda ve genital bölgede içi sıvı dolu küçük kabarcıklar oluşur. Bu dönemde virüs oldukça bulaşıcıdır.
*Hastalığın bulaşmaması için hasta kişinin özel eşyaları kullanılmamalı ve hasta ile doğrudan temas edilmemelidir. *Kabarcıkların patlaması virüsün yayılmasına neden olur.
*Virüsle enfekte olmuş bölgede karıncalanma, kaşınma, yanma gibi belirtiler görülür.
*Bu belirtiler hissedildiğinde enfekte bölgeye tıbbi uçuk kremi sürülmeli ve soğuk kompres uygulanmalıdır.
- c) Kuduz
*Genellikle kedi, köpek, tilki, sincap, yarasa gibi memeli canlılar arasında yaygındır. Seyrek olarak insana geçer.
*Kuduz virüsü konak canlının sinir hücrelerini enfekte eder.
*Bütün memeli canlılar kuduz hastalığına yakalanabilmelerine karşın bazı türleri hastalığı bulaştırır.
*Kuduz virüsü, kuduz hastalığına yakalanan hayvanlardan, insanlara bulaşır.
*Kuduz olduğundan şüphelenilen hayvanlardan uzak durulması, en yakın sağlık kuruluşuna ve belediyeye bildirilmesi gerekmektedir.
*Kuduz hastalığından korunmada en etkili yol aşı olmaktır.
ç) Hepatit B
*Hepatit B, sarılık hastalığının bir çeşididir.
*Hepatite sebep olan virüslerin A, B, C, D ve E şeklinde çeşitleri vardır.
*Bu virüsler karaciğer hücrelerini enfekte ederek kanser, siroz gibi ciddi hastalıklara yol açar.
*Hepatit B virüsü; kan, vücut sıvıları ve doğrudan temas sonucu bulaşabilir. Özellikle insanların toplu olarak bulunduğu, beslendiği yerlerde bu hastalığın bulaşma riski artmaktadır.
*Hepatit B virüsü vücuda girdikten sonra 40 ila 80 gün arasında değişen uzun bir kuluçka dönemi geçirir.
*Baş ağrısı, ateş, yorgunluk, hâlsizlik, kırıklık, iştahsızlık, bulantı, kusma, karın ağrısı, üşüme gibi enfeksiyon belirtileri görülür. Virüs, karaciğer hücrelerini tahrip ederek fonksiyonlarını bozar. Bu hastalıktan korunmak için hijyen kurallarına uyulmalı ve aşı olunmalıdır.
- d) AIDS
*AIDS, Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu anlamına gelen İngilizce kelimelerinin baş harflerinden oluşan, insan bağışıklık yetmezliği virüsünün (HIV) sebep olduğu çok tehlikeli bir hastalıktır.
*Afrika’da bir şempanze türünde gribe sebep olan virüsün (SIV) değişime uğrayarak insanda hastalığa sebep olduğu bilinmektedir.
*Virüs, hasta kişinin bağışıklık sisteminin tamamen çökmesine ve diğer basit hastalıklardan bile ölmesine yol açmaktadır. *Güvenli olmayan cinsel ilişki, hijyenik olmayan cerrahi müdahaleler, kanında HIV bulunan kişinin kanının sağlıklı kişiye transferi gibi yollarla bulaşan bir hastalıktır.
*Gece terlemeleri, yüksek ateş, hızlı kilo kaybı, hâlsizlik, devamlı öksürük, özellikle ağızda mantar enfeksiyonu, deri döküntüleri, sindirim sistemi bozuklukları, menenjit gibi hastalıkların görülmesi AIDS hastalığının belirtileridir.
*AIDS’ten korunmak için korunmasız cinsel ilişkiden kaçınılmalı, devlet kontrolü altında bulunan sağlık kuruluşlarından sağlık hizmeti alınmalıdır. Deri altına, kas ve damar içine bilinçsiz ve güvensiz enjeksiyon yapılan uygulamalardan kesinlikle kaçınılmalıdır.
*Bahsedilen virüslerin dışında zona, ebola, corona, suçiçeği, domuz ve kuş gribi, sars, kabakulak, kızamık, çocuk felci virüsleri de insanlarda hastalıklara yol açmaktadır.
Teşekkür ederiz pdf ler çok yardımcı oldu
Eyv hocam