KOMÜNİTE VE POPULASYON EKOLOJİSİ

KOMÜNİTE VE POPÜLASYON EKOLOJİSİ ( GÖRSELLİ KONU ANLATIM PDF’SİNE VE VİDEOSUNA SAYFA SONUNDAN ULAŞABİLİRSİNİZ)

KOMÜNİTE EKOLOJİSİ

 

KOMÜNİTENİN YAPISINA ETKİ EDEN FAKTÖRLER

*Belirli bir bölgedeki canlıların ve cansız ortamın oluşturduğu biyolojik yapıya ekosistem denir.

*Yeryüzünde yaşayan canlıların tümü birbiriyle ve bulunduğu cansız çevreyle sürekli etkileşim içindedir.

*Ekosistem bir orman olabileceği gibi çayırlar, çöller ve resifler gibi çok çeşitli coğrafik bölgeler de olabilir.

*Belirli çevresel koşullara sahip ortamda birbiriyle etkileşim içindeki farklı türlerin oluşturduğu biyolojik birime komünite denir.

*Komüniteler kendilerinden daha büyük olan ekosistemlerin canlı bölümünü oluşturur.

*Antalya Körfezi’nde yayılış gösteren barbunya, orfoz, lüfer gibi balıklar ile midye, ahtapot gibi canlılar birlikte komüniteyi oluşturur. Toros Dağları’ndaki orman komüniteleri, insan sindirim sistemindeki mikroorganizmalar da komüniteye örnektir.

*Belirli bir alandaki komüniteler birbiriyle komşu olabilir, kesişebilir ya da birbirini kapsayabilir.

*Komüniteyi oluşturan canlılar arasında rekabet, beslenme ilişkileri (trofik yapı), simbiyotik ilişki gibi etkileşimler söz konusudur.

*Komünitelerin yapısını içerdiği tür çeşitliliği, komüniteyi oluşturan canlıların beslenme ilişkileri ve simbiyotik etkileşimler belirler.

*Komüniteyi oluşturan farklı türlerin zenginliğine tür çeşitliliği denir.

*Tür çeşitliliği ve bu türlerin sahip olduğu gen çeşitliliği biyolojik çeşitlilik olarak adlandırılır.

*Komünitedeki tür çeşitliliğini sıcaklık, ışık, nem gibi çeşitli faktörler ile rekabet, av-avcı ilişkisi gibi canlı etkileşimleri etkiler.

*Organizmanın ya da popülasyonun doğal olarak yaşadığı ve yerleştiği alana habitat denir. Habitat bir türün adresidir. *Bunun yanında genel olarak komünitelerin yeryüzündeki dağılımı karasal ve sucul ekosistemler olarak incelenir. *Karasal ekosistemlerde küresel iklim modellerinden dolayı enleme bağlı dağılış görülür.

*Dünya’nın yapısından ve uzaydaki hareketinden dolayı güneşten gelen ışınlar enlemlere göre farklılık gösterir.

*Bundan dolayı karasal ekosistemlerde enlemlere bağlı olarak komünitelerdeki tür çeşitliliği de farklıdır.

*Ekvatordan kutuplara gidildikçe değişen enlemlerde güneş ışınlarının yeryüzüne geliş açısı değişir. Bunun sonucu olarak farklı enlemlerde iklimde, sıcaklıkta, gece ve gündüz zaman farklılığında değişiklikler söz konusudur.

*Ekvator kuşağındaki ormanlarda tür çeşitliliği fazlayken kutuplara gidildikçe tür çeşitliliği azalır.

*Karasal ekosistemlerin yapısını ve dağılımını, iklim ve yaşam alanlarının bozunumu etkiler.

*Sucul ekosistemler tatlı su ve deniz ekosistemlerini içerir.

*Sucul ekosistemlerde tür çeşitliliğini suyun derinliği ve temizliği etkiler.

*Sucul ekosistemlerde birinci trofik düzeyi oluşturan üreticilerin güneş ışığına ihtiyaçları vardır.

*Güneş ışınlarının kolay ulaşabildiği yerlerde tür çeşitliliği de fazladır.

*Güneş ışınlarının suda ulaşabildiği bölgelere enerji taşıması sucul ekosistemdeki canlılar için uygun sıcaklık değerleri bakımından da önemlidir.

*Uygun sıcaklık değerleri, uygun derinlikleri ve sucul üreticiler olan alglerin bolluğu bakımından resifler canlı çeşitliliği bakımından neredeyse karasal tropikal ormanlar kadar canlı türü içerir.

*Sulardaki kirlilik tür çeşitliliğini olumsuz etkiler.

*Ekolojik toleransı düşük olması nedeniyle çevresel değişimlerden en kolay etkilenen türlere gösterge tür denir. Alabalıklar soğuk ve bol oksijenli suları tercih eder. Dolayısıyla alabalıklar oksijence zengin suların gösterge türüdür. Deniz eriştesi bitkisi ve Cystoseira (çistozeyra) cinsi algler temiz suları tercih ettikleri için temiz suların gösterge türleridir.

*Komünitedeki tür çeşitliliği içerdiği türlerin zenginliğiyle ve her bir türün komünitedeki temsil ettiği tüm bireylerin oranıyla ölçülebilir.

*Çeşitli hesaplama yöntemlerine göre tür çeşitliliğini ölçmek, komünite yapısını anlamak ve çeşitliliği korumak için önemlidir.

*Komünitede en bol bulunan ya da toplamda en yüksek biyokütleye sahip türe baskın (dominant) tür denir.

*Baskın türler komünitedeki su ve mineral gibi sınırlı kaynakları kullanmada diğer türlere göre daha üstündür.

*Bir başka görüşe göre baskın türler avlanmaya ya da hastalıklara karşı diğer türlere göre daha başarılıdır.

*Avlanma, yaşam alanlarının bozulması gibi nedenlerle baskın türün komüniteden uzaklaşmasıyla başka bir tür baskın hâle gelebilir.

*Eski baskın türün yok olması ona bağımlı türlerin de sayısının azalmasına ya da yok olmasına neden olur.

*Komünitelerin yapısını kuvvetli bir şekilde kontrol eden türe kilit taşı tür denir.

*Kilit taşı türler, baskın türler gibi sayıca çok olmasalar da ekolojik rolleri bakımından komünitelerin devamlılığını sağlar. *Kilit taşı türlerin yok olması komünite yapısının bozulmasına ve ekosistemin işlevini yitirmesine yol açar.

*ABD’de Yellowstone Ulusal Parkı’ndaki kurtlar kilit taşı türlere örnektir. Kuzey Pasifik kıyı ekosisteminin kilit taşı türü su samurlarıdır.

*Komüniteyi oluşturan canlılar besin ağıyla birbirine bağlıdır. Su samurları deniz kestaneleriyle, deniz kestaneleri de deniz yosunlarıyla beslenir. Su samurlarının az bulunduğu alanlarda deniz kestaneleri, su samurlarının çok bulunduğu alanlarda deniz yosunları iyi gelişir. Katil balinaların su samurlarıyla beslenmeye başlamaları deniz kestanelerinin sayıca artmasına neden olmuş ve komünitedeki yapı değişerek denge ortadan kalkmıştır.

*Bir bölgeye değişik yollarla gelip yerleşen, doğal düşmanlarının olmadığı bu ortamda hızla üreyen türler komünitenin yapısını bozabilir. Böyle türlere istilacı türler denir. Tür çeşitliliği fazla olan komüniteler istilacı türlere karşı daha dirençlidir. Doğal topluluklar içine giren levrek ve sazan balığı türleri, bulundukları suyun fiziksel ve kimyasal özelliklerinin değişimine ve su kirliliğine karşı dayanıklı olduklarından istilacı türler olarak kabul edilir. Türkiye’nin kuzeydoğu kıyılarında yaşayan ve Kızıldeniz’den gelen iki barbun balığı türü, Akdeniz’in yerli barbun balığı türüne baskı yapar. Bu baskı sonucu yerli barbun türünde azalma olur.

*Karasal ekosistemler genellikle keskin bir sınırla ayrılmadan birbiri içine girecek şekilde geçiş oluşturur. Bu geçiş bölgelerine ekoton denir. Ekotonda her iki komüniteye ait türler bulunur. Bu nedenle ekotonlar az sayıda canlı içermelerine rağmen tür çeşidi bakımından zengindir. Karasal ortam ile göl suyu arasındaki bataklık bölge, mağaraların ağzı, ormanlar ile otluklar arasındaki geçiş bölgeleri ekotona örnektir.

 

 

*Komüniteyi oluşturan türler arasında rekabet, avlanma, parazitizm, amensalizm, mutualizm ve kommensalizm adı verilen etkileşimler söz konusudur.

 

 

 

 

KOMÜNİTEDE TÜR İÇİ VE TÜRLER ARASINDAKİ REKABET

*Belirli bir yaşam kaynağı için aynı türden bireyler ya da farklı popülasyonlar kendi aralarında rekabet hâlindedir. *Genellikle gelişmeleri ya da hayatta kalmaları için sınırlı olan kaynaklar, komünitedeki canlı topluluklarını rekabete iter. *Örneğin bahçedeki ayrık otları topraktaki mineral ve su için hem birbiriyle hem de bahçedeki diğer bitkilerle rekabet içindedir. Rekabette iki taraf da zarar görür. Ancak görülen zarar derecesi farklı olabilir. Rekabet sonucu taraflardan biri yok olabilir.

*Bir türün bireyleri arasındaki rekabet tür içi rekabet olarak adlandırılır.

*Türün bireyleri besin, ışık, yuva bulma ve saklanma gibi kaynaklar için rekabet eder.

*Tür içi rekabet popülasyon yoğunluğunu etkiler.

*Aynı türe ait bireylerin yoğunluğunun artması, tür içi rekabetin artmasına neden olur.

*Rekabet sonucu popülasyondaki birey başına düşen kaynak alımı, hastalıklara ve avcılara karşı dayanıklılık, büyüme ve gelişme oranları azalır.

*Aynı türün bireyleri, ortak özelliklere sahip olduğundan ve benzer kaynakları kullandığından çevre koşullarına karşı benzer tepkiyi verir.

*Tür içi genetik çeşitlilik, bireylerin rekabet ortamında güçlü veya zayıf olarak yarışmasına ve farklılıkların oluşmasına neden olur.

*Örneğin uzun boylu mısırlar, aynı türün kısa boylu olanlarını gölgede bırakarak onları baskılar. Güçlü genç fideler, bodur ve yaşlı olanları gölgeleyerek yeterli ışık almalarını engeller.

*İki veya daha fazla türün bireylerinin sınırlı olan aynı kaynağı kullanmaları sonucu gelişen rekabete türler arası rekabet denir.

*Türler arası rekabet, o komünitenin yapısı ve dinamiği üzerinde etkilidir.

*Tür içi ve türler arası rekabette canlının sınırlı kaynaklara erişiminin engellenmesi ve kaynak paylaşımı şeklinde iki ana mekanizma görülür.

1934 yılında Rus ekolog Gause (Gaus) iki protist türü arasındaki rekabeti deneylerle izlemiş ve sonuçlarını yayınlamıştır. Rus ekolog Paramecium aurelia (Paramesyum aurelya) ve Paramecium caudatum (Paramesyum kaudatum) türlerini sabit koşullarda bir miktar besinle her gün besleyerek yetiştirmiştir. Her iki paramesyum popülasyonu da taşıma kapasitesine ulaşınca yandaki grafik elde edilmiştir.

 

 

Her iki tür birlikte aynı ortamda yetiştirildiğinde P. aurelia türü besin elde etme bakımından diğer türe üstünlük sağlamış ve P. caudatum türü yok olmuştur. Türler arasında herhangi bir saldırı ya da zararlı kimyasal madde salgılanmadığı hâlde bir türün diğerine göre ortamdaki sınırlı besin maddelerini daha etkin kullanması diğer türün birey sayısının azalmasına neden olmuştur. Küçük bir üreme avantajı bile diğer rakibin yok olmasına neden olabilir. Buna rekabette elenme (dışlanma) denir.

 

 

 

 

*Aynı tip habitatlarda bulunan ve aynı tip besinlerle beslenen çöl karıncası ve bal küpü karıncası arasında da engelleme tipi rekabet görülür. Çöl karıncası, bal küpü karınca yuvalarının girişini küçük taşlarla kapatarak onların besinlere ulaşmasını engeller.

*Türler arasında rekabetten kaynaklanan baskılar, rekabet eden türlerin kaynakları kullanım biçimini değiştirebilir.

*Bunu anlamak için ekolojik niş kavramını bilmek gerekir.

*Ekolojik niş; canlının büyümesi, üremesi ve yaşamını sürdürebilmesi için kurduğu ilişkiler ve ekolojik işlevdir.

*Canlının çevresindeki biyotik ve abiyotik kaynakları nasıl kullanıp ekosisteme nasıl uyum sağladığını belirtmek için ekolojik niş kavramı kullanılır.

*Genellikle nişleri aynı olan iki tür bir komünitede bulunmaz.

*Ancak ekolojik nişlerinde zaman içinde değişiklikler ortaya çıkarsa aynı komünite içinde yer alabilir.

*Aynı kaynakları kullanan iki türden birinin doğal seçilim yoluyla kaynak kullanım biçimini değiştirmesi kaynak paylaşımı olarak adlandırılır.

*Aynı habitatta aynı besin kaynaklarını kullanan iki fare türü olan Kahire dikenli faresi [(Acomys cahirinus), (Akomis kahrinus)] ve altın dikenli fare [(Acomys russatus), (Akomis rusatus)] Ortadoğu’da ve Afrika’da kayalık alanlarda yaşar. Birlikte yaşadıkları dönemde Kahire dikenli faresi gece aktifken altın dikenli fare gün boyu aktiftir. Aslında altın dikenli fare de gece aktif olacakken diğer fare türüyle aynı ortamda yaşayabilmek için biyolojik saatini değiştirmiştir.

*Kaynak paylaşımı, türlerin bir arada yaşamasına izin verse de ekolojik nişin değişmesi canlılarda davranış ve morfolojik değişimlere yol açar.

*Buna karakter kayması adı verilir.

*Galapagos takımadalarındaki ispinoz kuşları kaktüs nektarlarıyla beslenir. Kaktüs çiçeklerinin tek tozlaştırıcısı ispinoz kuşlarıdır. Bazı adalarda ispinoz kuşları kaktüs nektarı için marangoz arısıyla rekabet hâlindedir. İspinoz kuşları, rekabette olmadıkları adalarda daha küçük kanat açıklığına sahipken rekabette oldukları adalarda daha büyük kanat açıklığına sahiptir. İspinozların arılarla girdiği besin rekabeti morfolojilerinin değişmesine yol açmıştır.

AV-AVCI İLİŞKİSİ

*Besin olarak serbest bir biçimde diğer canlıları yakalayıp yiyen hayvanlara avcı (predatör) denir.

*Bir besin ağında av-avcı ilişkisi sık rastlanan ilişkilerdendir .

*Av ile avcı arasındaki bu ilişki tipik bir “+, -“ ilişkisidir. Avcı yarar görürken av zarar görür.

*Av ve avcı sayısı değişkendir.

*Genel olarak av olan canlı sayısı, avcı sayısından fazladır.

*Avcı popülasyonunun büyüklüğü, avı tarafından belirlenebilir.

*Bir komünitede av olan canlıların biyokütlesi ne kadar fazla ise avcı olan canlıların besini de o kadar fazladır.

*Av miktarının artması avcı sayısını artırır.

*Avcı sayısının artması ise bir süre sonra av olan canlıların azalmasına neden olur.

*Av miktarının azalmasından ise avcılar olumsuz etkilenir.

*Besin azlığında avcıların sayısı azalır.

*Dolayısıyla av olan canlıların düşmanları azalmış olur.

*Av-avcı ilişkisiyle ilgili grafiklerde birbirini izleyen inişler ve çıkışlar gözlenir.

 

*Avcıların çoğu avını bulabilmek için keskin duyulara, avını kontrol edebilmek için pençe, diş, iğne, zehir gibi adaptasyonlara sahiptir.

*Oldukça çevik olan avcılar çevreye iyi gizlenir.

*Avlar ise saklanma, uçma, sürü ya da grup oluşturma gibi davranışlara sahiptir.

*Avlanmaktan kurtulmak için çeşitli morfolojik ve fizyolojik adaptasyonlar geliştirir.

*Örneğin balon balıkları etobur balıklardan kurtulmak için bol miktarda su alarak vücut dikenlerini dik konuma getirir. *Çeşitli kimyasallar salgılamak, bulunduğu ortama kamufle olmak, parlak renklere sahip olmak ya da zehirli türleri taklit etmek, av olan türlerin kendini savunma yöntemlerindendir.

*Güve, huş ağacının gövdesinde kendisini kamufle eder.

*Zehirli ok kurbağası sahip olduğu zehir sayesinde düşmanlarına karşı kendini savunur.

      

 

 

KOMÜNİTEDE TÜRLER ARASINDA SİMBİYOTİK İLİŞKİLER

*Komünitedeki türler arasında beslenme ilişkileri yanında ekolojik nişlerini yerine getirebilmek için çeşitli birlikte yaşam ilişkileri de görülür. Türler arasındaki bu yararlı, zararlı ya da nötr ilişkiler bütünü simbiyotik ilişkiler olarak adlandırılır. Simbiyotik ilişkiler amensalizm, mutualizm, kommensalizm ve parazitizmdir.

AMENSALİZM

*İki türden birinin etkilenmediği, diğer türün zarar gördüğü “0, -” şeklinde ifade edilen etkileşimdir.

*Amensalizm genellikle rastgele ortaya çıkar.

*Mandalar otlamak için gezindikleri sırada attıkları adımlarla bitki ve böcekleri ezebilir. Mandalar bu durumdan etkilenmezken bitki ve böcekler zarar görür.

*Ceviz ağacının yaprak ve meyvelerinde üretilip yağmurla toprağa karışan bir madde diğer bitki türlerinin gelişimini olumsuz etkilerken ceviz ağacı bu durumdan etkilenmez.

MUTUALİZM

*Her iki türün de yarar sağladığı, “+, +” şeklinde ifade edilen ilişki türüdür.

*Değişik canlı grupları arasında görülen mutualist ilişkide canlılar birbirinin ihtiyacını karşılayarak yaşamaya devam eder.

*Bir deniz mercanı olan anemon, yakıcı tentakülleriyle derisi mukusla kaplı palyaço balığını düşmanlarından korur. *Palyaço balığı da anemonla beslenen balıkları anemondan uzak tutar.

*Baklagillerin köklerindeki nodüllerde yaşayan Rhizobium (rizobiyum) cinsi bakteri, havanın azotunu bağlayarak bitkiye geçmesini sağlar. Bakteri de baklagiller sayesinde beslenir.

*Otçul memelilerin sindirim sisteminde yaşayan selüloz sindiren bakteriler, selüloz sindirimiyle açığa çıkan glikozun bir kısmını kendisi kullanır. Diğer kısmını da birlikte yaşadığı otçul memeli kullanır. Otçul memelide bu canlıya besin ve barınma ortamı sağlar.

*İnsanın kalın bağırsağında yaşayan B ve K vitamini üreten bakteriler ile insan arasında mutualist ilişki vardır. İnsan bağırsak florasını oluşturan mutualist mikroorganizmaların B ve K vitaminlerinin üretilmesi, bağışıklık sisteminin gelişmesi, sindirim faaliyetlerinin kolaylaştırılması ve zararlı bakterilerin üremesinin engellenmesi gibi görevleri vardır. İnsanlar da bu bakterilere besin ve barınma ortamı sağlar.

*Bazı mutualist ilişkilerde iki canlının birlikte olması canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için zorunludur. Bu tür birliktelikte canlılardan en az biri diğeri olmadan yaşayamaz. Termitler ve onların sindirim sisteminde yaşayan mikroorganizmalar arasındaki ilişki zorunlu (sıkı) mutualizme örnektir. Liken birlikteliğini oluşturan alg ve mantarlar da zorunlu mutualist canlılardır.

*Bazı mutualist birlikteliklerde canlılar, zorunlu bir ilişki içinde bulunmadıklarından birbirinden ayrıl-salar bile yaşamlarını sürdürebilir. Timsah ve timsahın ağzındaki atıklarla beslenen kuşlar arasında isteğe bağlı (gevşek) mutualizm söz konusudur.

KOMMENSALİZM

*Birlikte yaşayan iki türden birinin yarar sağlarken diğer türün bu ilişkiden olumlu ya da olumsuz etkilenmediği ilişki türüdür.

*Türler arasındaki herhangi bir yakın ilişkide çok az bile olsa iki tür de etkilenebileceğinden doğadaki kommensal ilişkileri kanıtlamak zordur.

*Midye kabuklarına tutunarak yaşayan Bryozoa (Biryozoa), midyenin sağladığı su akıntısıyla gelen besinlerle beslenir. Midyeye herhangi bir yarar ya da zarar vermez.

*Sucul kaplumbağaların kabukları üzerinde yaşayan algler üzerinde yaşadıkları konakla hareket eder ve korunur. *Vantuzlu Remora balıkları, köpek balığına tutunarak ona zarar vermeden yaşar. Balık, köpek balığının hareketiyle yer değiştirir ve onun yiyecek artıklarından beslenir.

PARAZİTLİK

*İki organizmadan birinin yarar diğerinin zarar gördüğü etkileşimlerden biri de parazitliktir, “+, -” olarak ifade edilir. *Parazitlikte bir organizma diğerine bağlı yaşar.

*Üzerinde yaşadığı canlıdan beslenen ve ona zarar veren canlıya parazit, zarar gören canlıya konak denir.

*Parazitler, genellikle konağa göre daha küçük vücut yapısına sahiptir.

*Parazitlerin birçoğu, üzerinde yaşadıkları konağın hastalanmasına neden olurken bazıları, konağın yaşamını yitirmesine neden olabilir.

*Parazitlerin bakteri, virüs, protista veya mantar gibi tek hücreli mikroorganizmalarının yanı sıra çok hücreli bitkisel ve hayvansal türleri de vardır.

*Bitkisel parazitler, kökü andıran emeçleri sayesinde başka bir bitki üzerinden ihtiyaç duyduğu besinleri alan bitkilerdir. Yarı parazit ve tam parazit bitkiler olmak üzere iki grupta incelenir.

*Yarı parazit bitkiler, emeçlerini üzerinde yaşadığı bitkinin odun borusuna kadar uzatarak su ve mineralleri alır. İhtiyaç duyduğu besini fotosentez yaparak kendileri üretir. Ökse otu yarı parazit bitkilere örnektir.

*Tam parazit bitkiler, kloroplastları olmadığından fotosentez yapamaz. Emeçleriyle konak bitkinin odun borusundan su ve mineral ihtiyacını, soymuk borusundan ise organik besin ihtiyacını karşılar. Canavar otu ve küsküt otu tam parazit bitkilere örnektir.

*Hayvansal parazitlerin duyu ve tutunma organları iyi gelişmiştir.

*Ancak sindirim enzimleri ve sindirim sistemleri iyi gelişmediğinden konağa bağımlı yaşar.

*Konağın sindirim kanalındaki sindirilmiş besinleri emer.

Hayvansal parazitlerden konağın vücudu içinde yaşayanlara iç parazit (endoparazit), konağın üzerinden beslenenlere dış parazit (ektoparazit) adı verilir.

*İç parazitler, sindirim sistemleri gelişmediğinden konağın sindirim ürünleriyle beslenir. Bağırsak solucanı, kıl kurdu, tenya, karaciğer kelebeği iç parazitlerdir.

*Bu parazitler konağın sindirim kanalında, iç organlarında, kanda veya dokular arasında yaşar.

*İç parazitlerin üreme sistemleri ve tutunma organları iyi gelişmiştir.

*Hareket ve duyu organları, sinir sistemleri ve sindirim enzimleri tam gelişmemiştir.

*İç parazitler konak olarak insan vücudunda besinlere ortak olmanın yanı sıra birçok hastalık etkenini de vücuda taşıyarak hastalıklara ve ölüme sebep olabilir.

*Bağırsak parazitleri türüne ve yerleştiği organa göre geceleri anüste kaşıntı, kansızlık, beslenme bozukluğu, kusma ve ishal, karın ağrısı, uyurken ağızdan normal miktardan fazla salya gelmesi gibi belirtiler ortaya çıkarabilir.

*Bu parazitler ağız yoluyla, böceklerin ısırmasıyla ya da parazit bulaşmış olan etlerin yenilmesiyle vücuda alınabilir.

*Bir hücreli parazitlerden plazmodyum, anofel cinsi dişi sivrisinekle insanlara bulaşır. İnsan kanına geçtikten sonra karaciğer ve dalakta gelişir. Kana geçerek alyuvarlarda hızla sporlar çoğalır. Sporlar alyuvarları patlatarak sıtma nöbetlerine neden olur.

*Dış parazitler (ektoparazitler), konağın üzerine kısa ya da uzun süre tutunup kan emerek beslenen sindirim sistemi gelişmiş canlılardır.

*Genellikle hareket organları da gelişmiş olan bu canlılar, konak üzerinde aktif olarak yer değiştirebilir.

*Bit, pire, kene gibi eklembacaklılar dış parazitlere örnektir.

KOMÜNİTELERDEKİ SÜKSESYON

*Çoğu komünite, komünitedeki türlerin popülasyonları, ortam şartları, besin miktarları gibi sebeplerle değişikliğe uğrar. Bu değişikliğe klimaks komünite denir.

*Fırtına, yangın, kuraklık, aşırı otlama ve insan faaliyetleri doğadaki bozunum unsurlarıdır.

*Doğa yapısında meydana gelen bir bozunum komünitedeki tür çeşitliliğini ve komünitenin yapısını etkiler.

*Bozunmalar sonucunda komünite kararsız (dengesiz) bir komünite hâlini alır.

*Bozunmanın tipine, sıklığına ve komünite üzerindeki etkisine bağlı olarak komünite zamanla yeniden kararlı bir komüniteye (klimaks) doğru değişim gösterir.

*Bozulmuş alanlarda uzun zaman içinde türlerin aşamalı olarak birbirinin yerini almalarına süksesyon (sıralı değişim) denir.

*Değişim sırasında komünitedeki tür çeşitliliği, yoğunluğu ve baskın tür farklılaşır.

*Henüz üzerinde yaşamın bulunmadığı alanlarda, volkanik adalar ya da buzul taşların üzerinde toprak oluşumuyla başlayan sıralı değişim birincil süksesyon olarak adlandırılır.

*Ancak karasal ekosistemlerde komünitelerin yapısını değiştiren buzul hareketleri, yanardağ faaliyetleri, kasırga, sel, kuraklık, yoğun ağaç kesimi, aşırı otlatma ve yangınlar sonucunda da var olan komünite değişime uğrayabilir.

*Toprağın sağlam kaldığı bu sıralı değişime ikincil süksesyon denir.

*Belirli bir yerde bitki süksesyonundan sonra o bölgeye farklı hayvansal gruplar yerleşir.

 

POPÜLASYON EKOLOJİSİ

     

POPÜLASYONUN YAPISI VE DİNAMİKLERİ

*Belirli bir zamanda belirli bir habitatı paylaşan karşılıklı ilişkiler içindeki aynı türe ait bireylerin oluşturduğu topluluğa popülasyon denir.

*Popülasyon ekolojisi, ekolojik nişleri aynı olan canlıların zamana bağlı sayısal değişikliklerini ve bu değişikliklerin nedenlerini inceler.

*Canlıların biyotik ve abiyotik faktörlerden nasıl etkilendiklerini araştırır.

*Popülasyonun bireyleri aynı çevresel kaynaklara ihtiyaç duyduklarından çevredeki değişiklikler popülasyonun bireylerini etkiler.

*Popülasyondaki bireyler bu kaynaklar için birbirleriyle rekabet hâlindedir.

*Popülasyonların büyüklüğü sabit değildir.

*Sahip olduğu birey sayısı ve biyokütlesi zaman içinde değişim gösterir.

*Popülasyonda zaman içindeki değişimler üzerine etkili faktörler popülasyon dinamiği olarak adlandırılır.

*Popülasyonun yoğunluğu, bireylerin dağılımı, popülasyonun büyüklüğü ve yaş dağılımı popülasyon dinamiğinin konusudur.

POPÜLASYONUN YOĞUNLUĞU

*Belli bir alandaki ya da hacimdeki birey sayısı popülasyon yoğunluğunu belirtir.

*Ekologlar doğrudan sayma, işaretleme, dolaylı sayım gibi yöntemleri kullanarak popülasyon yoğunluğunu hesaplar. *Popülasyona yeni bireylerin eklenmesi ya da bireylerin ayrılmasıyla popülasyon yoğunluğu değişir.

*Doğum ve içe göçler popülasyon yoğunluğunu artırırken ölüm ve dışa göçler popülasyon yoğunluğunu azaltır.

*Kentleşme ve doğal yaşam alanlarının tahribatı da popülasyon yoğunluğunun azalmasına neden olur.

*Popülasyon yoğunluğu artarsa besin bulmakta güçlükler ortaya çıkar ve rekabet gözlenir.

POPÜLASYONUN DAĞILIMI

*Popülasyonu oluşturan bireyler yaşam alanlarında değişik modellerde dağılım gösterir.

*Dağılımın popülasyon artışı üzerine etkileri vardır.

*Popülasyonun büyüklüğünü tahmin edebilmek için dağılım modellerinin bilinmesi gerekir.

*Sıcaklık, nem, rüzgâr gibi çevresel faktörler dağılım modellerinin oluşmasında etkilidir.

*Popülasyonların dağılımı kümeli dağılım, düzenli dağılım ve rastgele dağılım olmak üzere üç tiptir.

Kümeli dağılım:

*Bireylerin belli alanlarda toplandığı dağılım şeklidir.

*Gruplar arası uzaklık ve grupların içerdiği birey sayıları farklılık gösterir.

*En yaygın dağılım modelidir.

*Popülasyondaki bireyler beslenmek ya da avcılardan korunmak gibi nedenlerle gruplar oluşturabilir.

*Mantarlar besinin bol olduğu yerde kümeleşir. Kurtlar daha kolay avlanmak için gruplaşır. Afrika mandaları, kuşlar ve küçük balıklar savunma amacıyla grup oluşturur.

Düzenli dağılım:

*Alan savunması, besin ve çiftleşme rekabeti gibi popülasyondaki bireylerin birbirini doğrudan etkilediği durumlarda ortaya çıkar.

*Bireyler arasındaki uzaklık birbirine yakındır ve bireyler arasında sıkı bir etkileşim vardır.

*Kümeli dağılıma göre daha nadir rastlanan dağılım şeklidir.

*Kral penguenlerindeki ve sedir ormanlarındaki sedir ağaçlarının dağılımı düzenli dağılıma örnektir.

Rastgele dağılım:

*Bireylerin dağılımlarında karşılıklı bir etki yoktur.

*Bireyler kendileri için uygun alanları seçer ve aralarındaki mesafe farklıdır.

*Bireyler arasında etkileşim en azdır.

*Doğada çok yaygın görülmemekle birlikte popülasyonlarda genellikle kümeli bir dağılıma eğilim vardır.

*Karahindiba ve Brunsvigia (burunsvigya) tohumları rüzgârla rastgele taşınarak rastgele dağılım gösteren yaşam alanları oluşturur.

POPÜLASYONUN BÜYÜKLÜĞÜ

*Popülasyonun büyüklüğü (nüfusu) zaman içinde doğum, ölüm, göç gibi olaylarla değişebilir.

*Doğum ve içe göçler popülasyon büyüklüğünü artırırken ölüm ve dışa göçler popülasyon büyüklüğünü azaltır. *Popülasyon büyüklüğündeki değişim, ölüm ve dışa göçlerin toplamının doğum ve içe göçlerin toplamından çıkarılmasıyla elde edilir.

*Popülasyondaki doğum ve içe göçler toplamı, ölüm ve dışa göçlerin toplamından büyükse popülasyon büyüme eğilimindedir.

*Doğum ve içe göçler toplamı, ölüm ve dışa göçlerin toplamına eşitse dengeli bir popülasyondan küçükse küçülen bir popülasyondan söz edilir.

*Demografi (nüfus bilimi), popülasyonun sahip olduğu bu yaşam istatistiklerini kullanarak popülasyonun zamanla nasıl değiştiğine yönelik açıklamalar getirir.

*Bunun için kullanılan hayat tabloları yaşam istatistiklerinin bir özetidir.

*Hayat tablolarında yaş grupları, bu yaş gruplarından diğer gruba geçerken hayatta kalanların oranı, ortalama yaşam süreleri gibi bilgiler belirtilir.

*Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) Türkiye’deki yıllık nüfuslar ve ölüm verileri kullanılarak geliştirdiği 2014-2016 yılları arasındaki yaşam süreleri aşağıda gösterilmiştir.

Canlı popülasyonlarında üç tip hayatta kalma eğrisi görülür

*Tip I eğrisi, ergin dönemlerde yüksek hayatta kalma oranına sahip popülasyonları ifade eder. Yavru bakımı ve az sayıda yavrulama bu tip eğrinin görüldüğü popülasyonlarda karakteristiktir. İlk ve orta yaşlarda ölüm oranı düşüktür. Çoğu memelilerde görülen hayatta kalma eğrisi bu tiptir.

*Tip II eğrisi, ölüm oranının sabit olduğu eğri tipidir. Bazı kemirgenlerin, bazı omurgasızların, çoğu kuşların ve sürüngenlerin hayat eğrileri bu tiptedir.

*Tip III eğrisi, hayatın erken döneminde bireylerin çoğunun ölümüyle sonuçlanan eğri tipidir. Bu tip hayat eğrisi görülen popülasyonlarda çok sayıda yavrulama eğilimi vardır. Çoğu böceklerde, pek çok deniz omurgasızlarında ve balıklarda görülen hayat eğrileri bu tiptedir.

 

 

 

 

 

 

 

*İdeal koşullardaki popülasyonlarda kaynaklar bol olduğu sürece zamana bağlı olarak popülasyonun büyüklüğü sürekli artan geometrik bir artışla J tipi büyüme eğrisini oluşturur.

*Bu modelde popülasyondaki bireyler fizyolojik kapasitesi oranında üreyebilmektedir.

*Popülasyonun büyüklüğünü etkileyecek toplu ölümler, salgın hastalıklar, mevsimsel değişiklikler gibi nedenlerle birey sayısında ani azalışlar görülebilir.

*Bu durumda popülasyon tamamen ortadan kalkabilir ya da kalmayı başaran bireyler yeni büyüme eğrisi oluşturacak şekilde çoğalabilir.

*Üretme çiftliklerinde çoğaltılan canlıların sayılarındaki artış J tipi büyüme eğrisi gösterir.

*Alabalık ve somon üretim çiftlikleri bu duruma örnek verilebilir.

*1944’te Alaska’da küçük bir adaya bırakılan Ren geyikleri 20 yıl içinde doğal avcıları olmadığından ve besinin bol olmasından dolayı geometrik artışla çoğalmıştır. Popülasyonun yok olmasına sebep olan ise aşırı soğuk bir kış mevsimi olmuştur.

*Thomas Malthus (Tomas Maltus) 1798’de yayınladığı kitabında insan popülasyonunun geometrik artış gösterdiğini bildiren teorisini yazmıştır.

*Bu teoriye göre insan popülasyonundaki nüfus artışı gelecekte yoksulluğa, açlığa ve ölüme yol açacaktır.

*Şimdilerde insanlar artan nüfusu besleyecek yiyeceğin üretim kapasitesini artırmanın bir yolunu bulmaya çalışmaktadır.

*Ancak çevreye verilen zarardan, kirlenmeden ve habitatların yok edilmesinden dolayı popülasyon büyümesi olumsuz etkilenmektedir.

*Hiçbir popülasyon geometrik büyümeyi çok uzun süre devam ettiremez.

*Popülasyon yoğunluğu arttıkça popülasyonu oluşturan bireyler su ve yiyecek bulma, enerji, barınma gibi sorunlarla karşılaşır.

*Kaynakların tükenmesi doğum oranlarını düşürürken ölüm oranlarını artırır.

*Dolayısıyla yaşama alanlarındaki kaynaklar sadece belirli sayıdaki popülasyonun bireylerini destekleyecek kapasitededir.

*Belirli bir alandaki maksimum popülasyon büyüklüğü taşıma kapasitesi olarak adlandırılır.

*Popülasyonun büyümesini sınırlandıran faktörlere ise çevre direnci adı verilir.

*Kaynaklar tükenmeye başladığında popülasyonun büyüme hızı yavaşlar ve büyüme eğrisi S tipi bir eğri hâlini alır.

*S tipi büyümede 4 evre gözlenir.

*Birinci evre popülasyonun kuruluş evresidir (I). Bu evrede popülasyon ortama uyum sağlar ve birey sayısında artış görülür.

*İkinci evre olan logaritmik artış evresinde (II) birey sayısı geometrik dizi şeklinde artar.

*Birey sayısındaki artış popülasyon büyümesini sınırlandırır. Popülasyonun büyüme hızı yavaşlar. Büyüme hızındaki yavaşlamadan dolayı bu evreye negatif artış evresi denir (III).

*Popülasyon taşıma kapasitesine ulaşınca denge evresi (IV) gözlenir. Popülasyonun birey sayısındaki değişiklikler dengeyi bozar.

 

POPÜLASYONDAKİ YAŞ DAĞILIMI

*Popülasyonu oluşturan bireylerin yaşları farklılık gösterir.

*Popülasyondaki bireylerin yaşlarının dağılımına bakarak popülasyonların geleceği hakkında bilgi sahibi olunabilir. *Popülasyonda aynı yaşa sahip bireylerin sayıları gruplandırıldığında yaş piramitleri elde edilir.

*Hızlı çoğalan popülasyonlarda piramidin tabanını oluşturan genç bireylerin toplam popülasyon içindeki oranı yüksektir. *Dengedeki popülasyonlarda yaş gruplarının oranları birbirine yakındır.

*Azalan popülasyonlarda ise piramidin tepesindeki yaşlı bireylerin oranı genç bireylere göre fazladır.

*Ülkelerin gelişmişlik düzeyi arttıkça genç yaş grubu oranı azalırken popülasyon dengede kalır.

*Ülkelere göre yaş dağılımının gösterildiği grafiklere bakarak Gana’nın gelecekte nüfusunun hızla artacağı, ülkede iş bulma ve işe yerleşme sorunlarının yaşanabileceği söylenebilir.

*ABD’de 1950’lerde nüfus patlamasının olduğu ve bu nüfus patlamasının sonraki kuşakları etkilediği yorumu yapılabilir. *Almanya içinse 1970 yılından sonra popülasyon artış hızının ani azalış gösterdiği, popülasyonun artış hızının yavaşladığı yorumu yapılabilir.

*TÜİK verilerine göre 1923’ten günümüze kadar tespit edilen ve 2023’e kadar tahmin edilen nüfus büyüklüğü ve nüfus artış hızındaki değişimler aşağıda gösterilmiştir.

*Bu grafikte nüfusun artmasına karşın artış hızının 1985 yılından sonra düşmeye başladığı görülür.

*Türkiye’de 15-64 yaş grubundaki (çalışma çağı) nüfusun oranı 2016’da %68’dir.

*0-14 yaş grubundaki (çocuk çağı) nüfusun oranı ise %23,7 iken 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı %8,3’tür. *Grafikteki yaş piramidi incelendiğinde Türkiye nüfusunun yavaş büyüyen bir popülasyona ait olduğu söylenebilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.